BİREYSEL BAŞVURU YOLU UYGULAMADA NASIL BAŞARILI OLABİLİR?

                                                                                               Dr. Ergin Ergül

Giriş

Bireysel başvuru, insan hakları ihlallerine maruz kalan veya kaldığını düşünen bireylerin haklarını elde etmeleri ile gerektiğinde zararlarını tazmin etmelerine yarayan ulusal veya uluslararası bir mekanizma olarak,  insan haklarının korunması ve geliştirilmesinde önemli işlev gören bir kurumdur.[1]

Türkiye’de anayasal bireysel başvuru yolu 23 Eylül 2012 tarihi itibariyle, bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine işlerlik kazanacaktır. Ancak Bölgesel insan hakları hukuku çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuru yolu 1987 yılından beri kullanılmaktadır. AİHM’ye ülkemizden yapılan başvuruların miktarı ve başvurucuların talepleri doğrultusunda verilen ihlal kararlarının sayısı göz önüne alındığında, bu konuda başvurucuların hayli başarılı olduğu gözlenmektedir. Dolayısıyla Türkiye ulusal bireysel başvuru yoluna bu önemli uluslararası deneyimle geçmektedir.

Bireysel başvuru yolunun amacı

Almanya ve İspanya gibi ülkelerde bireysel başvuru yolu, Anayasalarda yer alan temel hak ve özgürlüklerin korunması konusunda önemli bir rol, oynamaktadır. Ancak, Anayasa değişikliği ve kanun gerekçelerinde bireysel başvurunun, Türk hukuk sistemine yansıtılmasının temel nedeni, Türkiye’den AİHM’ye giden başvuru sayısının azaltılması olarak ortaya konulmaktadır. Bireysel başvurunun uygulamada olumlu yan etkilerinden birisi AİHM’ye başvuru sayısını azaltmak olsa da, bu yolun başlı başına bir temel hak ve özgürlükleri koruma mekanizması olarak görülmesi ve işletilmesi, etkin bir koruma iç hukuk yolu haline gelmesi açısından önem taşımaktadır.

Anayasa Mahkemesi Kuruluş Kanununun[2] ve İçtüzüğünün[3] bireysel başvuruya ilişkin hükümlerinin incelenmesi, AİHM teşkilatlanması ve içtüzüğünün bu hükümler üzerinde, belirgin etkisini ortaya koymaktadır. AİHM gelecekte, hiç de arzu edilmeyecek şekilde, ulusal bireysel başvuru yolunun tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu teşkil etmediği kararı vermedikçe,  bireysel başvurucu, AİHM’ye başvuru yapmadan önce Anayasa Mahkemesine başvurmak zorundadır. Ancak Anayasa Mahkemesinin kararından tatmin olmamışsa, AİHM yolu açıktır ve muhtemelen de kullanılacaktır. Her hâlükârda, Anayasa Mahkemesinin, önüne gelen başvuruları incelerken temel yol gösterici ve referansı AİHS hükümleri ve AİHM içtihatları olacaktır.

Anayasa Mahkemesinin rolü

Anayasa Mahkemesi bu yolu etkin bir şekilde hayata geçirebilmek için iki yıl süren ciddi bir hazırlık yapmış, teşkilatlanmasını ve içtüzüğünü bu usulün gereklerine uyarlamıştır. Ayrıca, personel sayısını ve niteliğini artıran adımlar atmış, üye ve raportörlerinin AİHM ile Alman ve İspanyol anayasa mahkemeleri deneyiminden yararlanmaları için eğitim, staj ve inceleme ziyareti gibi yoğun faaliyetler düzenlemiştir.

Bu yol başarılı bir şekilde uygulandığı takdirde, AİHM’nin Türkiye’nin demokratikleşmesi, sivilleşmesi ve normalleşmesi alanında oynadığı rolün benzeri olarak, Anayasa Mahkemesi Türkiye’de demokrasinin, hukuk devletinin kökleşmesi, insan haklarının korunması ve geliştirilmesinde önemli bir rol oynamış olacaktır. Bunun için Anayasa Mahkemesinin AİHM ile Alman ve İspanyol anayasa mahkemelerinin genişletici içtihatlarından, dolaylı koruma tekniklerinden esinlenmesi gerekecektir.

AİHM’ye yapılan başvuruların ancak % 10 kabul edilebilirlik incelemesini geçebilmektedir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvurular içinde bu oranın %5 ile 10 arasında olacağı öngörülebilir. Ancak problem reddedilecek yaklaşık %90 başvuruyu, AİHM kriterleri doğrultusunda incelemek ve sonuçlandırmakta düğümlenmektedir.

Diğer yandan, Türk yargısı ile AİHM arasındaki yaklaşım farklılığı, son dönemde özellikle ifade özgürlüğü alanındaki ihlallerde Türkiye’nin öne çıkmasına yol açmıştır. Bu nedenle anayasa mahkemesine bireysel başvurunun başarı veya başarısızlığının en önemli göstergelerinden biri, mahkemenin bu alanda vereceği kararlar oluşturacaktır.

Anayasa Mahkemesi açısından önem taşıyan diğer bir husus ise, mahkemenin özellikle kabul edilemezlik ve ihlal olmadığına ilişkin kararlarının gerekçesinin, AİHM kararlarına benzer şekilde, başvurucuyu tatmin edici ve muhtemel başvuruculara yol gösterecek şekilde ayrıntılı olması gerektiğidir.

Eğer Anayasa Mahkemesi bu yolla temel hak ve özgürlüklerin korunmasında yeterince başarılı olamazsa, Azerbaycan örneğinde olduğu gibi bireysel başvuru yolu, AİHM tarafından etkili bir başvuru yolu olarak kabul edilmeyip, bu yola başvurma zorunluluğu olmaksızın doğrudan AİHM’ye başvuru hakkı tanınması riski mevcuttur. Ayrıca Anayasa Mahkemesinde bireysel başvuruların sonuçlandırılmasının uzaması halinde, Türkiye, AİHM önünde uzun yargılama ihlalleri sebebiyle daha fazla mahkûmiyete uğrayabilecektir.

Diğer mahkeme ve kurumların rolü

Bu alanda başarı sadece Anayasa Mahkemesine de bağlı değildir. Yargı organları kararlarından kaynaklanan ihlallerin, istinaf, Yargıtay ve Danıştay safhalarında önlenmesi kritik önem taşımaktadır. Bu açıdan Anayasa Mahkemesinin AİHM ve diğer uluslararası mahkemeler içtihatlarını da takip edecek Araştırma ve İçtihat Biriminin benzerinin diğer yüksek mahkemelerde de hayata geçirilmesi veya söz konusu birimin diğer yüksek mahkemelerin de yararlanabileceği bir hale dönüştürülmesi gereklidir.

Ayrıca, Yargıtay ve Danıştay’ın , “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağını” öngören Anayasanın 90’ıncı maddesinin 5’inci fıkrasının son cümlesini AİHM içtihatlarını da içerecek tarzda yorumlamaları ve alt derece mahkeme kararlarını bu açıdan değerlendirmesi, temel hak ve özgürlüklerin Anayasa Mahkemesine gelmeden korunması açısından yararlı olacaktır.

2012 yılı bireysel başvurunun yanısıra, Kamu Denetçiliği ve İnsan Hakları Kurumu’nun da yasal düzenlemeye kavuştuğu ayrıcalıklı bir yıl olmuştur. Bu iki kurum ve özellikle de, bireysel başvuru mekanizması gibi 23 Eylül 2012 tarihinde faaliyete geçen İnsan Hakları Kurumu’nun kendi alanlarında gösterecekleri performansın bireysel başvuru mekanizmasının başarısına da ciddi katkısı olacaktır.

Diğer yandan, hukuk fakültelerinden başlayarak, Adalet Akademisinde adaylık ve meslek içi eğitime kadar eğitim programlarında, hukuk konularının AİHM içtihatları ışığında öğretilmesi ile anayasa mahkemesine bireysel başvuruya da yeterince yer verilmesi önem taşımaktadır. AİHM’nin ihlal kararlarının yoğunlaştığı konulara bakan hâkimlik ve mahkemelere insan hakları alanında yüksek lisansı ve doktorası yapmış veya bu alanda Adalet Akademisinde uzun süreli eğitime alınmış, ayrıca Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru bölümünde veya AİHM’de staj görmüş savcı ve hâkimlerin atanması da değerlendirilmelidir.

Sonuç

Hiç kuşkusuz anayasal bireysel başvuru yolunun ulusal yargı sistemimize girmiş ve işlemeye başlamış olması çok önemli bir gelişme ve yeniliktir. Ancak nihai kertede bu yeni  mekanizmanın  başarısında uygulama belirleyici olacaktır. Uygulamada başarı için ise  bütün sosyal ve hukuki kurumların arkasındaki tarihi, kültürel ve düşünsel birikim önem taşır. Bundan dolayıdır ki Batıda yapılan her çalışmada, sosyal ve hukuki kurumların fikri tohumu, nüvesi eski Yunan’a veya Roma’ya ya da ulusal tarihteki bir olaya veya bir düşünüre bağlanır. Bireysel başvuru kurumu her ne kadar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile yakından ilişkili ve Almanya ve İspanya gibi çağdaş modellerden esinlenmiş olsa da, Türkiye’de ve onun toplumu ve kültüründe hayata geçecek ve gelişecektir. Nitekim Alman Profesör David Pimentel bu gerçeği, Türkiye’de bireysel başvuruya ilişkin uluslararası bir sempozyumda şöyle dile getirmiştir: “İnsan haklarının korunması meselesi kendi memleketinde halledilip vatandaşların Strazburg gibi başka mahkemelere gönderilmemesini uygun buluyorum. Zira temel haklar konusunda insan kendisi karar verirse,  bu durumda kendi tarihi değerlerini ve geleneklerini ve kendine has özelliklerini bu sürece dâhil etme ve hayatta tutma imkânına sahip olur.” [4]

Bireysel başvuruya bakacak olan Anayasa Mahkemesi aynı zamanda iptal davası gibi diğer yetkileri ile genel olarak toplumsal düzeni ve demokratik sistemi koruyucu bir fonksiyonu da sürdürecektir. Bu konuda Dünya’daki gelişmiş demokrasilerdeki anayasa mahkemelerine uygulamalarına paralel bir uygulama için, yol gösterici kültürel kod bireyi öne alan “insanı yaşat ki devlet yaşasın!” anlayışı olmalıdır.

Bireysel başvurunun kültürel köklerimizdeki nüvesi, evrensel bilge Mevlana’nın hâkim ve yöneticilere yönelik bir “bir bireyin hakkını vermeyi tüm insanlığın hakkını vermek” olarak görme tavsiyesinde bulunmaktadır. [5]

Bu itibarla, sadece toplumun değil evrenin de temeli olan bireyin hak ve özgürlüklerinin korunmasında geliştirilmesinde, günümüz dünyasında faydasını kanıtlamış olan bireysel başvuru kurumunu, ancak yukarıdakine benzer kültürel kodlarımız ışığında evrensel, güncel ve genişletici bir yorumla, tam olarak hayata geçirebilmeyi başarabiliriz.



[1] Ergin Ergül, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Bireysel Başvuru ve Uygulaması, Yargı Yayınevi, Ankara 2012, önsöz.

[2] Kanun Numarası: 6216;    Kabul Tarihi: 30/03/2011

[3] 12 Temmuz 2012, Resmî Gazete Sayı: 28351

[4] David Pimentel,  Dünyada Anayasa Şikayeti Uygulamaları, Bireysel Başvuru “Anayasa Şikayeti”, HUKAB yayınları, Ankara 2011,  s. 52.

[5] Ergin Ergül,  Hukukçu ve Yöneticiler İçin Mevlana Bilgeliği, Orient Yayınları, Ankara 2011.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir