Mevlana Perspektifinden İslam ve Barış Hakkı

Giriş

Modern dünyada insan haklarına saygı, demokratik hukuk devletinin ruhu ve uluslararası barış ve güvenliğin anahtarı olarak nitelendirilmektedir. Ancak insan hakları, tek bir kültürle, belirli bir zaman ve mekanla sınırlandırılamayacak kadar köklü ve evrensel bir değerdir. İnsan hakları bizim inancımızın ve medeniyKetimizin de ruhudur, özüdür. İslam tarihi ve milletimizin geçmişi bunun parlak örnekleri ile doludur.

Bir insan hakkı olarak “barış hakkı”; çevre hakkı ve kalkınma hakkı gibi dayanışma hakları içinde üçüncü kuşak haklar arasında yer alır. Ancak yakın dönemde kavramsallaştırılmış olsa da bu hakkın da kadim kültür ve inançlarda da var olduğunu, bizim inanç ve medeniyetimizde de önemle vurgulandığını görüyoruz.

İslam ve Barış Hakkı
Öncelikle bütün dinler insanlığı barış, huzur ve mutluluğa ulaştırmayı amaçlar. İslam kelimesinin barış ve esenlik anlamını taşıması, evrensel bir din olan İslam’ın barışa yaklaşımını da ortaya koyar. İslam’ın temel kaynaklarından ve sahih yorumundan kaynaklanan tarihi pratikler, İslam’ın barış, adalet ve insan onurunu en temel haklar olarak gördüğünü kanıtlamaktadır. Yerli, yabancı birçok objektif bilim insanı çeşitli araştırma ve eserlerinde bu hususu dile getirir. Bugün İslam dünyasında, bazı aşırılıkçı ve terörist grupların İslam adına yaptıklarının, bazı çevrelerce İslam’a mal edilmesi tümüyle haksız, yanlış, tutarsız ve sadece İslamı değil, bir bütün olarak din kurumunu hedef alan çok sakat ve tehlikeli bir yaklaşımdır.

Çağımızda Barış Hakkı
Çağımızda insan haklarına saygı, hem ülke içinde hem uluslararası alanda barış, güvenlik ve istikrarın vazgeçilmez bir unsuru olarak değerlendirilmektedir.
20. yüzyılın ikinci yarısı insan hakları alanında hem evrensel hem de bölgesel düzeyde birçok hukuki belgenin kabul edildiği bir dönem olmuştur. Bu çabalar Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve İslam İşbirliği Teşkilatı ‘Bağımsız ve Daimi İnsan Hakları Komisyonu gibi mekanizmalarla da pekiştirilmiştir.

Bütün bu çabalara rağmen, ne yazık ki dünya üzerinde bireysel ve kitlesel çok ağır ve yaygın insan hakları ihlalleri varlığını sürdürmektedir. Bu ihlallerin birçoğunun kökeninde silahlı çatışmalar, iç savaşlar yatmaktadır. Bunun en yakın ve canlı örneği insanlığın gözü önünde en vahim insan hakkı ihlallerinin işlendiği komşumuz Suriye’de yaşanan insanlık dramıdır.
Dolayısıyla bir insan hakkı olarak dünyanın barış hakkından milyonlarca insan yararlanamamaktadır.

Mevlana ve Barış Hakkı
Mevlana’nın önemi, İslam’ın getirdiği barış mesajını ve adalet ve insanlık onuruna saygı gibi evrensel değerleri en anlaşılır şekilde, etkileyici bir üslupla insanlığa sunmuş olmasında yatmaktadır. Onun Anadolu Selçuklu devletinin enkazı üzerinde, Osmanlı devleti olarak yükselecek ve günümüzde olduğu gibi o dönemde de sürekli çatışma alanı olan Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi bölgeleri bir barış ve huzur havzası yapacak büyük bir medeniyeti hazırlayan ve ortaya çıkartan en önemli dinamiklerden biri olduğu tartışılmaz bir veridir. Osmanlı devletinin üç kıtada küresel bir süper güç olarak, asırlar boyu farklı kültür, inanç, din ve dillerden toplulukları bünyesinde barış içinde birlikte yaşatabilmesinde, diğer bir ifadeyle “pax ottomania’yı” gerçekleştirmesinde Mevlânâ’nın ve onun ölümsüz eseri Mesnevî kültürünün ciddi etkisi ve katkısı vardır.

Bu vesileyle barış ve hoşgörünün en zirve isimlerinden biri olan bu evrensel sufi düşünür ve bilgenin barış hakkı konusunda ilham alınabilecek çarpıcı düşünce ve tespitlerinin olması çok doğaldır.

Mevlânâ, “Bütün âlem, bütün insanlar bir beden gibidir” buyurur. Hiç kuşkusuz bütün insanlığın oluşturduğu bu bedenin sağlıklı olması barış ile mümkün olduğu gibi, en büyük tehdit kaynağı da çatışma ve savaşlardır. Bu nedenle, “barışı savaştan ayırt et; çünkü savaş iyi değildir.” diyerek insanlığı savaştan sakındırır, barışa çağırır.

O, kendini barıştan ibaret görür:
Savaşa dair ne düşünürsen,
bil ki uzağım ben ondan,
Sevgiye dair ne düşünürsen,
Oyum ben; ibaretim ben ondan.

O , “Sevgiyle birleşen sevgiyi; kinle birleşen ise kini doğurur” ve “Kin ve nefret duyguları kalpleri karartır. Barış dalgaları kalplerden kinleri atar; savaş dalgaları ise sevgileri altüst eder.” Buyurur. Bu çarpıcı ifadelerle, bir bakıma kolay ve ilkel olan kin ve intikamı değil, zor ve erdemli olan barış ve kardeşliği teşvik eder.
O misyonunu şöyle anlatır: “Bu dünyaya, ayırmaya, bölmeye, parçalamaya gelmedik biz. Biz, kırıkları onarmaya, ayrılanları birleştirmeye, hâsılı insanlar arasında köprü olmaya geldik.” Mahatma Gandhi’nin Mevlânâ’nın bu beytini dilinden düşürmediği söylenir.

O herkesi barış için elinden geleni yapmaya şöyle çağırır: “Herkes savaşmada, benim barışımdan ne çıkacak deme, bir değilsin, binsin sen….Mum gibi kendi kendine yan-yakıl, ışıt her yanı. Çünkü aydın bir mum, bin tane ölüden daha iyidir.”

Onun şiiri evrensel bir barış çağrısıdır. Divan-ı Kebir’de şöyle seslenir:
Allah barışı diler; barışı ister.
Aşkına tutulalı ey Allah’ım
Barışa eş oldum;
Savaştan ayrıldım!
Şeytanın inadına:
“barış daha hayırlıdır” de;
Kör et şeytanı!

Barış şarkısını söylemekten başka bir iş-güç var mı?
Barışın yüceliğine karşı şu şeytanlığımız hoş mu?
Hadi, hadi;
Barış şarkısını söyle;
‘barış daha hayırlıdır’
‘barış daha hayırlıdır’
‘barış daha hayırlıdır’
Söyle, söyle de;
barış göğünde savaş sisi kalmasın artık!
Ona göre; “İnsanların anlaşmazlıkları addan meydana gelir; gerçeği gördüklerinde ise barış hakim olur.”
Görüldüğü üzere, Mevlana bu düşünceleri ile Dünya’nın etnik, dini, ideolojik, ekonomik çıkar kaynaklı çatışmalarla boğuştuğu zamanımızda insanları birbirinin kurdu olmaktan çıkmaya, tek bir sağlıklı beden olmaya çağırmaktadır.

Sonuç
Görüldüğü üzere, insan hakları kavramı gibi barış hakkı da evrensel ve aynı zamanda bizim kültür ve inancımızın da önem ve değer verdiği bir haktır. Kelime olarak barış ve esenlik anlamına gelen İslam’ın müntesipleri geçmişte bu hakkı evrensel niteliğiyle ve ayrım gözetmeksizin dillendirmiş ve hayata geçirmişlerdir. Günümüzde Müslüman toplumların çatışma, iç karışıklar ve savaşlarla anılmaları, bireylerinin barış hakkından yararlanamamaları, bu bakımdan İslam’ın öğretisi ile çelişki oluşturmaktadır.

İsmi barış, sevgi ve adaletle birlikte anılan büyük sufi bilge ve şair Mevlana, İslamın evrenselliğini ve güler yüzünü barış hakkı konusunda da çok güzel bir şekilde yansıtmaktadır. Bu nedenle, 7-17 Aralık ayı içerisinde Mevlana’yı çeşitli etkinliklerle anarken, onun gerek insan hakları gerek barış hakkı konusundaki düşüncelerinin de dile getirilmesi önem taşımaktadır.

Dr. Ergin Ergül

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir